O kutlu şehirden dönenlere meraklı bakışlar altında "anlat" dediğinizde, hep aynı söz çıkar ağızlardan: -Anlatmak için, yaşamak lazım!.. Bence; -Yaşadığınız kadar, anlatmak lazım!..
Beytullah!.. Gönlümü bıraktığım yer. Gitmeden, görmeden yandığım. Şimdi ise iki kere yandığım yer. Kalbimi bıraktım Kâbe'de, bedenim eksik olan yanını orada bulsun diye..
Mekke!.. Telâş, meşgale ve onca yorgunluğa rağmen, Kâbe'nin büyüsü ile kalplere huzur ve sûkunetin verildiği belde. Az evvel tartışan iki mü'min, Allâh korkusu ve kul hakkına girmenin verdiği tedirginlik ile öpüşüp helâlleşerek ayrılıyor yerinden. İki insanın dört duvar arasında anlaşamadığı bu zaman da, binlerce insanın aynı çatı altında toplanıp ibadet ettiği emin belde.. Rabb'imizin cennetten misâl verdiği gibi.. "Orada selâm ve güzellikten başka bir kelâm yoktur" Orada söz ile değil, gönül ile, göz ile iletişim kuruyor insan. Ve gözlerinin içi gülüyor mü'minlerin. Çünkü; hepsi seçilmiş insan. Seccadesini paylaşıyor mü'min, duasını paylaşıyor, hurmasını, hatta ve hatta az evvel orucunu açmak için getirdiği bir bardak suyunu. Benlik yitiriliyor orada, biz oluyor insan, BİZ!.. oluyor..
Mü'minin şerefli ve değerli olduğunu hissettiği tek yer. Öncelikle her nazar sizi Allâh'ın davetlisi olarak görüyor. En büyük şeref bu olmalı. Allah'ın misafiri olmak!.. Daha şehre girmeden "Müslüman olmayan giremez" tabelası gözünüze çarpıyor. Mekke şehrine ve özellikle Harem bölgesi sınırına müslüman olmayanın girmesi yasak. Müslümanlığı yaşarken çektiğimiz sıkıntılar geliyor aklıma. Mü'min olduğumuz için psikolojik dışlanmaya maruz kalmışlığımız... Sonra da sahabe efendilerimiz.. Bizim çektiğimiz sıkıntılar onların çektiklerinin yanın da ne ki!?.. Tabelalar devam ediyor. Hani bizim yol kenarlarında gördüğümüz, üzerine nüfus, rakım vs. şeylerin yazılı olduğu. İşte o tabelalardan.. Sübhanallâh.. Elhamdulillâh.. Allâh-u Ekber.. Sınıra girer girmez ibadete başlıyorsunuz. Yani asıl kulluğunuza..
Devlet büyüklerinin büyük bir desteği var burada. Halk ve devlet birbirine kenetlenmiş gibi. En üst düzeyden bir yöneticiden tutun da, temizlik görevini üstlenen işçiye kadar herkes görevini en titiz şekilde yerine getiriyor. Ve bir o kadar da görevlerine sâdıklar. Büyük bir sabır, anlayış ve güzler yüzle görevlerini yerine getiriyorlar. Ben onlara Allâh'ın seçkin kulları diyorum. Orada sorumluluk alınarak üstlenilen en ufak bir görev dahî, bu dünya ve üzerinde yapılan en büyük görevden daha üstün ve şereflidir.. Etrafta birçok yazı dikkatimi çekti. Harem yetkilililerinin koymuş olduğu tabelalardı bunlar: "Siz ibadetinizi yapın, hizmetinizi biz yaparız" "Allâh'ın misafirlerine hizmet, bizim için en büyük şereftir" vs. Gururlu ve bir o kadar da mahcup "Ben buna layıkmıyım?!.." sorusu geliyor aklınıza.. -Yâ Rabb'i.. Ben buraya layık mıyım?..
Suudî halkı Türkleri çok seviyor. Tabii bizim halkımız da onları. Kapıdaki görevlilere sarılıp, öpüp, koklayan teyzelerimiz var. O kutlu beldenin kutlu insanlarına sevgi duymamak mümkün mü? Sarılmaların akabinde eller semada birleşiyor. Karşılıklı edilen dualar. Etkilenmemek mümkün değil. Herkes birbirine son derece saygılı davranmaya hassasiyet gösteriyor. Binlerce insanın içinden nasiplerini alamamış insanlar da yok değil. Böylesi durumlarda ayarlarınızı sabır moduna getirmeniz gerekiyor. Ve hemen aklımıza şeytanın (lânetullâhi aleyh), ibadetlerimizin kabul olunmaması için verdiği mücadele geliyor. İçten bir eûzu besmele ve istiğfar getirip onun oyununa gelmemek için elinizden geleni yapıyorsunuz. Unutmayın ki; nasıl en büyük amel oradaysa, en büyük imtihan da orada. Yaptığınız her bir amel, yüz bin katı ile size geri dönüyor. Bu nedenle yola çıkmadan evvel görevliler sizi "sırtınıza sabrı yüklenip gidin" diye ikâz ediyorlar. Bu ikâza birçok kişi kulak vermiş olacak ki; kötü bir tartışmaya mahal verildiği anda sizi "Hacı sabır" diyerek uyarıyorlar. Ve o anda Allah'ın izni ile birçok tatsızlık başlamadan sonlandırılmış oluyor.
Harem de insanlar hayırda birbirleri ile yarışıyorlar. Çoğu zaman önünüzü kesip (hurma, zemzem,peçete vs.) "Hacı sevap" diyorlar. Ve bunu derken yüzünüze öyle masum bakıyorlar ki; geri çevirseniz alacağı sevaptan mahrum kalmaktan korkar bir şekilde masum.. Bana lutfedilen en güzel nimet, orada bulunmamın Ramazan ayına tevafûk etmesi oldu. İbadetlerimizin oruçlu olarak Allâh'a ulaşmaşması mı dersiniz, Teravih namazlarının o büyüleyici atmosferi mi dersiniz, en güzeli de her halükâr da Kâbe'nin karşısında bulunmak. Bu göz gördüğü müddet içerisin de, bundan güzelini görmemişti. Bu nedenledir ki; şimdi her secdeye baktığında, yokluğunun verdiği hüzün ile gözyaşı dökmekte..